17 Mart 2012 Cumartesi

97. YILDÖNÜMÜNDE 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ


                        97. YILDÖNÜMÜNDE 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ
                                 VE ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
                                                                                  Erol Uysal


         97. Yıldönümünde ‘18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehirlerimizi yine anıyoruz.  Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi ve Cumhuriyetimizin kuruluşu öncesinde cereyan eden Çanakkale Savaşlarında bugün yaşamakta olan bizlerin, hepimizin uzaktan yakından bir atası ya şehit ya da gazi olmuştur. Deniz ve karada olmak üzere İki safhada cereyan eden bu savaş dünya tarihinde ‘Gelibolu’ veya ‘Gallipoli’ Savaşları olarak geçer. Şayet bu savaşta elde edilen zafer olmasaydı, ardından verilen Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti asla kazanılamaz, kurulamazdı. Çanakkale Zaferi Milli birlik ve beraberliğin, vatan toprağı ve bayrak, sevgisinin,  namus ve onurun bir abidesidir.      

         Değerli okurlar; Çanakkale’nin ‘Çimenlik Kalesi’ni ziyaret edenler çok iyi anımsayacaklardır. Geçmiş yıllarda Kale içinde Boğaz Komutanlığına ait müzede deniz askerlerimizin rol aldıkları bir oratoryoyu izlemiştim. Şimdi hala var mı bilmiyorum. O gösteride ateş, barut, ölüm saçan korkunç savaş canlandırılır, dinlenen ağıt, ezgi ve türkülerle izlenen gösteri izleyenlere duygulu anlar yaşatırdı. Şayet bu devam ediyorsa yolu buraya düşenler Çimenlik Kalesini, Deniz Müzesi ve ‘Nusrat’ Mayın Gemisini (prototip) mutlaka ziyaret etmelidirler. Çanakkale Valiliği 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma haftasını bu yıl ilk defa iki haftaya çıkardı. Etkinlikler 25 Mart gününe kadar devam edecek. Yurt içinde bir gezi tasarlayanlar gazi olan ve çevresi zengin tarihe sahip olan şehri bu günlerde gezerlerse daha coşkulu ve zengin anma kutlamalarını da görmek olanağı bulurlar.  

          Çanakkale Savaşlarının Dünya ve Türk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. ‘Bir Kahramanlık Destanı’ denilince akla ilk gelenlerden birisi budur. Bu savaşın cereyanını tarih kitaplarında okur, çeşitli etkinliklerde anlatılanları dinleriz de, savaş alanı ve cepheleri, mevzileri, şehitlikleri, anıtları, açık ve kapalı müze, kale ve diğer ziyaret yerlerini bizzat görerek duygusallık yaşamanın anlamı bambaşkadır...    

          Çanakkale Savaşlarına dair çoğumuzun okulda, kitaplardan ve TV’lerdeki programlardan yeterli bilgimiz olduğunu kabul etsek de yine bu savaş hakkında kısa bir hatırlatma yapmanın yararlı olacağını inanıyorum. Üç yıl sonra, 18 Mart 2015’te bu tarihi olayı 100. yıldönümünde anarken “Tam bir asır önceydi” diyerek artık savaşa katılanlardan hiçbir gazinin hayatta kalmadığını da vurgulayarak bu büyük olayı tarihe gömüyoruz. Ama sığar mı? Sığmaz. Mehmet Akif’in ‘Çanakkale Şehitlerine’ adlı şiirinin bir kıtasındaki deyişiyle, “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın”...          

 Değerli okurlar; bilindiği üzere 1. Dünya Savaşından kısa bir süre önce 1911–1912 yıllarında Osmanlı Devleti önce son Kuzey Afrika’daki topraklarını İtalyanlara, 1912–1913 Balkan hezimetiyle de Rumeli’deki son kalelerini kaybetmiştir. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıllık Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesine neden olmuştur. Bu durum bizi kolayca Üçlü İttifakın yani Almanya-Macaristan-Avusturya’nın kucağına düşürmüş, özellikle Alman İmparatoru zayıf ve güçsüz görünen Osmanlı Devletini hiç değilse düşmanı oyalamada ve cephe açmada yardımcı olur düşüncesiyle girişimde bulunarak 2 Ağustos 1914’de kendi İttifakına çekmiştir. 

         Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Luksemburg ve Kuzey Fransa’yı işgal eden Almanların 6-12 Eylül 1914’de ‘Marne Irmağı’nda durdurulması savaşın hızını kesmiş, bu gelişme Almanların aleyhine dönmeye başlamıştır. Batı’da başlayan savaş gösterilen direnç yüzünden süratini yitirmiş, bunun yanında güçlenmekte olan ‘İtilaf Cephesi’(İngiltere-Fransa ve Rusya) ‘hareket savaşı’na uygun kuvvetini başka bir cephede kullanmayı düşünmüştür. İngiltere Başbakanı Llyod George ve Bahriye Nazırı Churchill bu görüşün başını çekmişlerdir.    

         Hareket Sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçimi bölgenin tarih öncesinden beri
Jeopolitik bakımdan çok büyük bir öneme sahip olmasındandır. Zira Çanakkale ve İstanbul Boğazları Güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması Rusya için hayati önem taşımaktadır.   Keza Rusya’nın insan ve ham madde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkânları kısıtlıydı. Uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve diğer malzeme ikmalini sağlayamayacak durumdaydı.  İtilaf Devletlerinin düşüncesi; bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye etmek, Batı Cephesinin yükünü hafifletmek, Türkleri, Doğu’da Ruslara karşı savaşmakta olan askerlerinin bir kısmını boğazlar yönüne kaydırmaya zorlayarak Doğu’da Rusya’nın önünü açtırmak ve böylece savaşın süresini kısaltmaktı.    

         Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğunun durumu hiçte iç açıcı değildi. 600 yıl üç kıtada egemenlik kuran, dini, mezhebi, rengi, dili ve kültürü ayrı olan insanları egemenliği altında bulunduran İmparatorluk 1. Dünya Harbinde Trablusgarp, (Libya) Balkanlar, Galiçya, (bugünkü Polonya-Ukrayna Bölgesi) Irak, Filistin, Suriye, Kafkaslar olmak üzere birçok cephede savaşmış ve yorgun düşmüştü. En son kötü iklim koşulları yüzünden Kafkas cephesi ve Sarıkamış’ta yaşanan bozgun tüm yaralara adeta tuz, biber ekmişti. Harbin başlangıcında tarafsız gözüken Osmanlı İmparatorluğuna Almanlar tarafından verilen ‘Goben’ ve ‘Bratislava’ adlı iki zırhlının İstanbul’da isimleri ‘Yavuz’ ve ‘Midilli’ olarak değiştirilip gönderlerine Türk Bayrağı çekilmesi, sonra da gidip Karadeniz’deki Rusya’nın güney limanlarını bombalamaları harpte Osmanlı İmparatorluğunun tercihinin İttifak Devletlerinin yanı olduğu açıkça belli olmuştur. Zaten, böyle uygun bir fırsat kollamakta olan İtilaf Donanması 3 Kasım 1914 günü Ertuğrul, Settülbahir ve Orhaniye tabyalarına misilleme atışlarına başlar. Ancak, Türk topçusunun mukavemeti karşısında başarılı olamaz.  Bu durum İngiliz Amiral Carden’i istifaya götürür. Yerine, yine bir İngiliz Amiral De Robeck atanır. Düşman bombardımanlarından Anadolu ve Gelibolu yakasındaki kıyı tabyalarımız zarar görür. İlk şehitler buralarda verilmeye başlar.  

         Devam eden hazırlık atışlarından tam 4 ay 15 gün sonra ve 18 Mart 1915 Perşembe günü sabahı ‘Limni Adası’ndaki üslerinden kalkıp, boğazı geçmek üzere ateş kusarak ilerleyen 3 filo halindeki düşman zırhlıları boğazın Erenköy mevkiine geldiklerinde kendilerini bekleyen acı sürprizden haberdar değildiler. 8 Mart 1915 günü mayın komutanı Dz. Bnb.Nazmi Bey ‘Nusrat’ mayın gemisiyle Eskişehir mevkiinden başlayarak Erenköy hizasına kadar 26 karbonik mayını sisten de yararlanarak düşman keşif unsurlarına görünmeden döşer. Bunlarla birlikte boğaza döşenen mayın miktarı takriben 400 civarındadır. İtilaf Devlet askerleri boğazı geçeceklerinden o kadar emin bulunuyorlar ki birbirlerine bir iki hafta sonrası için İstanbul’da randevu vermeye bile başlarlar. Boğazın her iki yanındaki Türk tabyalarının susturulduğuna inanan düşman donanması 18 muhrip, 7 mayın tarama gemisi, çeşitli tip nakliye destek gemisi ve uçaklarla 18 Mart sabahı saat 11 sularında boğazdan geçmeye başlarlar.  Düşmana ait 1. Dünya Savaşının en büyük ve en modern donanması kahraman Türk Askerinin canını dişine takarak kıyı tabyalarından ateşledikleri toplar ve döşenen mayınlarla 7 savaş gemisi ile binlerce askerini boğazın soğuk sularının dibine bırakarak geriye çekilmek zorunda kalır.

         Burada bir kahramanın insanüstü başarı öyküsüne de kısaca yer vermek istiyorum.  Düşman donanması önemli bataryalarımızdan Hamidiye, Dardanos, Baykuş, Rumeli Mecidiye Bataryalarımızı ateş altında tutmaktadır. Karşılıklı devam eden ateş
anında Rumeli Mecidiye’den atılan bir mermi İngiliz sancak gemisi Quinn Elizabeth’e isabet eder. Bu zırhlı saf dışı olur. Ardından bu bataryamızı yoğun ateş altına alırlar. Batarya susar. O arada bataryanın bulunduğu mevzide ‘Komutanım beni kurtarın’ diyen bir ses duyulur. Sese doğru giden batarya komutanı toprağı eşeler ve Niğdeli er Ali’yi bulur ve onu kurtarır. Komutan ve Ali birçok arkadaşının şehit olduklarını görürler. Yaralılardan birisi de baygın halde yatmakta olan Seyit’tir. Seyit, hemen kendine gelince ayağa kalkıp yakınında durmakta olan isabet almış hasarlı topunu görür. Topun cephanesi de olduğu gibi durmaktadır. Kullanmak istese de koca mermiyi bozulan düzenekle topa nasıl dolduracaktır? Yaratana sığınıp kucakladığı 275 kg. mermiyi topun kamasına sürmeyi başarır. Nişan alıp topu ateşler. Mermi, biraz önce mevzileri ateş altında tutan ‘Ocean’  adlı zırhlıya tam isabet ederek bu gemiyi batırır. Yüce Atatürk o zaman kurmay yarbay iken 19. Tümenin Bigalı köyündeki karargâhında bu başarısı için Seyit’i onbaşılık rütbesiyle ödüllendirir.
         Boğazdan geçmeye muvaffak olamayan düşman, 25 Nisan -6 Ağustos 1915 tarihleri
arasında 100 bine yakın kara birliklerini ‘Settülbahir’ ve ‘Kaba Tepe’ kıyılarına çıkarmaya başlar. Amaç bellidir. Boğazı batıdan çembere alıp kuşatarak geçişe açmayı sağlamak.  Ayrıca, yanıltma harekâtı olarak da Anadolu Yakasındaki Kumkale’ye de çıkarmayı deneyecektir. Artık kara savaşı başlamıştır. Havada barut ve kan kokusu, cephelerde korkunç bir savaş cereyan etmektedir. İşte bu ortamda Bigalı köyündeki karargâhında iken Alman General Liman Von Sanders’ten cephedeki kuvvetlerin kendi komutasına verilmesini isteyen Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’e verilen yanıt “Bu rütbedeki bir komutana büyük bir cephenin komutanlığı fazla gelmez mi”dir. Alman komutana Mustafa Kemal’in yanıtı ise “Az bile gelir”olur. İşte bu savaşın kaderi burada değişmiştir.
O günden sonra Çanakkale Savaşlarının tüm sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarındadır. Mustafa Kemal ‘Arı burun’a çıkarma ve taarruz başlar başlamaz, kendi insiyatifi ve iradesiyle emir beklemeden oraya yetişerek karşı taarruza geçer. Düşmanı ‘Kocaçimen Tepe’de durdurarak yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı tüm taarruzları ve şiddetli hücumları erimeye mahkûm eder, Türk’ün yiğit Mehmetçiğiyle Çanakkale’de sanki etten ve kemikten bir duvar örülmüştür.  

         Bu savaşta tüm savaşlardan başka bir savaş malzemesi görülmüştür. Bu da inançtır. Topa, tüfeğe, çeliğe,  üstün kuvvete karşı dimdik duran ve kafa tutan bir cesaret sergilenmiştir Çanakkale’de. Mustafa Kemal’in; “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir” dediği bu savaşta herkes öldürmek ve ölmek için düşmana saldırmıştır. Yine Mustafa Kemal bu savaşı; “Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek arzusuyla harekete geçtiği bir taarruzdur” diye ifade etmiştir. 57. Alay Mustafa Kemal’in emrini aynen yerine getirmiş, hiçbiri kurtulmacasına savaşmıştır. Bu yüzdendir ki, düşman çıkarma birlikleri yapışık kaldıkları Arıburnu’nun yalçın kayalıklarından bir adım bile geçememişlerdir.

          ‘Koca Çimen’ Zaferiyle Mustafa Kemal Albaylığa yükselir.  6–7 Ağustos’ta Türk askerini Anafartalar bölgesinden çevirmek isteyen düşmana 10 Ağustos günü yapılan karşı taarruzla azim ve cesaretini kıran ders verilmiş, o gün Mustafa Kemal’in göğsündeki saate isabet eden bir şarapnel parçası kendisini korumuştur. 17 Ağustos’ta ‘Kireçtepe Zaferi’, 21 Ağustos’ta 2. Anafartalar Zaferini kazanan Albay Mustafa Kemal düşmanın tüm emellerini yok ederek Çanakkale muharebelerinin kaderini belirlemiştir. Bu harekâtı hazırlayıp sonunda sükûtu hayale uğrayan Winston Churchill hatıralarında Mustafa Kemal’in emsalsiz bir komutan, Türklüğün kaderine hâkim bir deha olduğunun daha o zamanlarda anlaşıldığına işaret ederek, “Bir miralayın karşımıza çıkışı bütün tarihimizi değiştirdi” demiştir.

         Yeni takviyeler ve karşılıklı saldırılarla bu savaş tam 8 ay 14 gün
Sürdü. Denizden ve karadan boğazı geçmeye muvaffak olamayan düşman 26 Aralık 1915’de ‘Anzak’ Koyundan,  8 Ocak 1916’da da İngiliz, Fransız donanması ve birlikleri Ertuğrul Koyundan tamamen çekilmişlerdir. Karşılıklı takriben yarım milyon insanın kaybına neden olan bu kanlı savaş Gelibolu Yarımadasının Settülbahir-Alçıtepe-Kerevizdere üçgeninde ve yine yarımadanın Kuzey Ege sahillerinde Kabatepe-Conk Bayırı- Anafartalar şeridinde cereyan etmiştir. Yenilginin hıncını alırcasına, düşman donanması bölgeden çekilirken Ege ve Akdeniz kıyılarımızdaki şehir ve kasabaları bombalayarak masum insanlarımızın ölüm ve yararlanmalarına neden olmuştur. 1916 yılında bombalanan Marmaris kalesinin ‘Kemeraltı’ mevkiine korunmak için sığınan yaşlı kadın, erkek ve çocuklar şehit olmuş, yaralanmışlardır. İsimlerini bildiğimiz hemşerilerimiz şunlardır. Hüseyin Güven (lakabı Topal Hüseyin),  Hacı Selim, Hacı Selim Kızı Makbule, Hacı Selim’in Hamdi’nin karısı Vesile, Şevki, Hacı Selim’in damadı, Gülsüm Karaduman vb... Marmaris’in savunulmasında kalede şehit olan Yüzbaşı Leyneli Cavit ve Topçu subayı Ömer Efendiyi ve diğer şehitlerimizi bir kere daha buradan minnet ve saygı ile anıyoruz. 

         Çanakkale Savaşlarından önce 9 cephede savaşarak topraklarının çoğunu kaybedip “Hasta Adam” olarak tanımlanan Osmanlı Devleti, Yüce Atatürk’ün önderliğinde, Çanakkale’de elde ettiği onur, güven ve moralle Kurtuluş Savaşını da kazanmış, bu günün bağımsız, çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu günlere kolay gelinmedi. Üzerine ölü toprağı ekilen Osmanlı Devletinden yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti yaratan Yüce Atatürk ve silah arkadaşları Mehmetçiklerdir. O’nun çok değer verdiği Kahraman Türk Ordusuna olan minnet ve takdir duygularımızdan en ufak bir ödün vermeden Yüce Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya sarılalım, birlik ve bütünlük içinde daha güçlü bir Türkiye’yi yaratma gayreti içinde olalım.


          18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi 97.Yıl Anma Gününde Yüce Atatürk ve silah arkadaşlarıyla tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anarak rahmet diliyor, manevi huzurlarında saygı ile eğiliyoruz.  Yazımı, Boğazın Batı Yakasının bağrına yazılı duran ve şair Necmettin Halil Onan’a ait ‘Dur Yolcu’ adlı şiirin iki kıtasını okuyarak bitiriyorum.  

“Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir.
 Eğil de kulak ver bu sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir.
 Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, gördüğün bu tümsek Anadolu’da istiklal uğruna, namus yoluna can veren Mehmet’in yattığı yerdir”.     

Saygılarımla... 17.03.2012               

                  
          


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder