97. YILDÖNÜMÜNDE 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ
VE ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
Erol Uysal
97.
Yıldönümünde ‘18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehirlerimizi yine anıyoruz. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi ve
Cumhuriyetimizin kuruluşu öncesinde cereyan eden Çanakkale Savaşlarında bugün
yaşamakta olan bizlerin, hepimizin uzaktan yakından bir atası ya şehit ya da
gazi olmuştur. Deniz ve karada olmak üzere İki safhada cereyan eden bu savaş
dünya tarihinde ‘Gelibolu’ veya ‘Gallipoli’ Savaşları olarak geçer. Şayet bu
savaşta elde edilen zafer olmasaydı, ardından verilen Milli Mücadele ve Türkiye
Cumhuriyeti asla kazanılamaz, kurulamazdı. Çanakkale Zaferi Milli birlik ve
beraberliğin, vatan toprağı ve bayrak, sevgisinin, namus ve onurun bir abidesidir.
Değerli
okurlar; Çanakkale’nin ‘Çimenlik Kalesi’ni ziyaret edenler çok iyi anımsayacaklardır.
Geçmiş yıllarda Kale içinde Boğaz Komutanlığına ait müzede deniz askerlerimizin
rol aldıkları bir oratoryoyu izlemiştim. Şimdi hala var mı bilmiyorum. O gösteride
ateş, barut, ölüm saçan korkunç savaş canlandırılır, dinlenen ağıt, ezgi ve
türkülerle izlenen gösteri izleyenlere duygulu anlar yaşatırdı. Şayet bu devam
ediyorsa yolu buraya düşenler Çimenlik Kalesini, Deniz Müzesi ve ‘Nusrat’ Mayın
Gemisini (prototip) mutlaka ziyaret etmelidirler. Çanakkale Valiliği 18 Mart
Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma haftasını bu yıl ilk defa iki haftaya
çıkardı. Etkinlikler 25 Mart gününe kadar devam edecek. Yurt içinde bir gezi tasarlayanlar
gazi olan ve çevresi zengin tarihe sahip olan şehri bu günlerde gezerlerse daha
coşkulu ve zengin anma kutlamalarını da görmek olanağı bulurlar.
Çanakkale Savaşlarının Dünya ve Türk tarihinde
çok önemli bir yeri vardır. ‘Bir Kahramanlık Destanı’ denilince akla ilk
gelenlerden birisi budur. Bu savaşın cereyanını tarih kitaplarında okur,
çeşitli etkinliklerde anlatılanları dinleriz de, savaş alanı ve cepheleri, mevzileri,
şehitlikleri, anıtları, açık ve kapalı müze, kale ve diğer ziyaret yerlerini
bizzat görerek duygusallık yaşamanın anlamı bambaşkadır...

Çanakkale Savaşlarına dair çoğumuzun okulda,
kitaplardan ve TV’lerdeki programlardan yeterli bilgimiz olduğunu kabul etsek
de yine bu savaş hakkında kısa bir hatırlatma yapmanın yararlı olacağını inanıyorum.
Üç yıl sonra, 18 Mart 2015’te bu tarihi olayı 100. yıldönümünde anarken “Tam
bir asır önceydi” diyerek artık savaşa katılanlardan hiçbir gazinin hayatta
kalmadığını da vurgulayarak bu büyük olayı tarihe gömüyoruz. Ama sığar mı? Sığmaz.
Mehmet Akif’in ‘Çanakkale Şehitlerine’ adlı şiirinin bir kıtasındaki deyişiyle,
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem
sığmazsın”...
Değerli okurlar; bilindiği üzere 1. Dünya
Savaşından kısa bir süre önce 1911–1912 yıllarında Osmanlı Devleti önce son Kuzey
Afrika’daki topraklarını İtalyanlara, 1912–1913 Balkan hezimetiyle de Rumeli’deki
son kalelerini kaybetmiştir. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması,
500 yıllık Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin
tehlikeye girmesine neden olmuştur. Bu durum bizi kolayca Üçlü İttifakın yani
Almanya-Macaristan-Avusturya’nın kucağına düşürmüş, özellikle Alman İmparatoru
zayıf ve güçsüz görünen Osmanlı Devletini hiç değilse düşmanı oyalamada ve
cephe açmada yardımcı olur düşüncesiyle girişimde bulunarak 2 Ağustos 1914’de
kendi İttifakına çekmiştir.

Avrupa’da
savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır.
Luksemburg ve Kuzey Fransa’yı işgal eden Almanların 6-12 Eylül 1914’de ‘Marne
Irmağı’nda durdurulması savaşın hızını kesmiş, bu gelişme Almanların aleyhine
dönmeye başlamıştır. Batı’da başlayan savaş gösterilen direnç yüzünden süratini
yitirmiş, bunun yanında güçlenmekte olan ‘İtilaf Cephesi’(İngiltere-Fransa ve
Rusya) ‘hareket savaşı’na uygun kuvvetini başka bir cephede kullanmayı
düşünmüştür. İngiltere Başbakanı Llyod George ve Bahriye Nazırı Churchill bu
görüşün başını çekmişlerdir.
Hareket Sahası
olarak Gelibolu Yarımadasının seçimi bölgenin tarih öncesinden beri
Jeopolitik bakımdan çok büyük bir öneme sahip olmasındandır.
Zira Çanakkale ve İstanbul Boğazları Güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının
açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması
Rusya için hayati önem taşımaktadır. Keza
Rusya’nın insan ve ham madde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkânları
kısıtlıydı. Uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve diğer
malzeme ikmalini sağlayamayacak durumdaydı. İtilaf Devletlerinin düşüncesi; bu geçidin
açılmasıyla Rusya’yı takviye etmek, Batı Cephesinin yükünü hafifletmek, Türkleri,
Doğu’da Ruslara karşı savaşmakta olan askerlerinin bir kısmını boğazlar yönüne
kaydırmaya zorlayarak Doğu’da Rusya’nın önünü açtırmak ve böylece savaşın
süresini kısaltmaktı.

Bu dönemde
Osmanlı İmparatorluğunun durumu hiçte iç açıcı değildi. 600 yıl üç kıtada egemenlik
kuran, dini, mezhebi, rengi, dili ve kültürü ayrı olan insanları egemenliği
altında bulunduran İmparatorluk 1. Dünya Harbinde Trablusgarp, (Libya)
Balkanlar, Galiçya, (bugünkü Polonya-Ukrayna Bölgesi) Irak, Filistin, Suriye,
Kafkaslar olmak üzere birçok cephede savaşmış ve yorgun düşmüştü. En son kötü
iklim koşulları yüzünden Kafkas cephesi ve Sarıkamış’ta yaşanan bozgun tüm
yaralara adeta tuz, biber ekmişti. Harbin başlangıcında tarafsız gözüken
Osmanlı İmparatorluğuna Almanlar tarafından verilen ‘Goben’ ve ‘Bratislava’
adlı iki zırhlının İstanbul’da isimleri ‘Yavuz’ ve ‘Midilli’ olarak
değiştirilip gönderlerine Türk Bayrağı çekilmesi, sonra da gidip Karadeniz’deki
Rusya’nın güney limanlarını bombalamaları harpte Osmanlı İmparatorluğunun
tercihinin İttifak Devletlerinin yanı olduğu açıkça belli olmuştur. Zaten,
böyle uygun bir fırsat kollamakta olan İtilaf Donanması 3 Kasım 1914 günü
Ertuğrul, Settülbahir ve Orhaniye tabyalarına misilleme atışlarına başlar. Ancak,
Türk topçusunun mukavemeti karşısında başarılı olamaz. Bu durum İngiliz Amiral Carden’i istifaya
götürür. Yerine, yine bir İngiliz Amiral De Robeck atanır. Düşman
bombardımanlarından Anadolu ve Gelibolu yakasındaki kıyı tabyalarımız zarar
görür. İlk şehitler buralarda verilmeye başlar.
Devam eden
hazırlık atışlarından tam 4 ay 15 gün sonra ve 18 Mart 1915 Perşembe günü
sabahı ‘Limni Adası’ndaki üslerinden kalkıp, boğazı geçmek üzere ateş kusarak
ilerleyen 3 filo halindeki düşman zırhlıları boğazın Erenköy mevkiine
geldiklerinde kendilerini bekleyen acı sürprizden haberdar değildiler. 8 Mart
1915 günü mayın komutanı Dz. Bnb.Nazmi Bey ‘Nusrat’ mayın gemisiyle Eskişehir
mevkiinden başlayarak Erenköy hizasına kadar 26 karbonik mayını sisten de
yararlanarak düşman keşif unsurlarına görünmeden döşer. Bunlarla birlikte
boğaza döşenen mayın miktarı takriben 400 civarındadır. İtilaf Devlet askerleri
boğazı geçeceklerinden o kadar emin bulunuyorlar ki birbirlerine bir iki hafta
sonrası için İstanbul’da randevu vermeye bile başlarlar. Boğazın her iki
yanındaki Türk tabyalarının susturulduğuna inanan düşman donanması 18 muhrip, 7
mayın tarama gemisi, çeşitli tip nakliye destek gemisi ve uçaklarla 18 Mart
sabahı saat 11 sularında boğazdan geçmeye başlarlar. Düşmana ait 1. Dünya Savaşının en büyük ve en
modern donanması kahraman Türk Askerinin canını dişine takarak kıyı
tabyalarından ateşledikleri toplar ve döşenen mayınlarla 7 savaş gemisi ile
binlerce askerini boğazın soğuk sularının dibine bırakarak geriye çekilmek
zorunda kalır.
Burada bir
kahramanın insanüstü başarı öyküsüne de kısaca yer vermek istiyorum. Düşman donanması önemli bataryalarımızdan
Hamidiye, Dardanos, Baykuş, Rumeli Mecidiye Bataryalarımızı ateş altında
tutmaktadır. Karşılıklı devam eden ateş
anında Rumeli Mecidiye’den atılan bir mermi İngiliz sancak
gemisi Quinn Elizabeth’e isabet eder. Bu zırhlı saf dışı olur. Ardından bu
bataryamızı yoğun ateş altına alırlar. Batarya susar. O arada bataryanın
bulunduğu mevzide ‘Komutanım beni kurtarın’ diyen bir ses duyulur. Sese doğru
giden batarya komutanı toprağı eşeler ve Niğdeli er Ali’yi bulur ve onu
kurtarır. Komutan ve Ali birçok arkadaşının şehit olduklarını görürler.
Yaralılardan birisi de baygın halde yatmakta olan Seyit’tir. Seyit, hemen
kendine gelince ayağa kalkıp yakınında durmakta olan isabet almış hasarlı
topunu görür. Topun cephanesi de olduğu gibi durmaktadır. Kullanmak istese de koca
mermiyi bozulan düzenekle topa nasıl dolduracaktır? Yaratana sığınıp
kucakladığı 275 kg.
mermiyi topun kamasına sürmeyi başarır. Nişan alıp topu ateşler. Mermi, biraz
önce mevzileri ateş altında tutan ‘Ocean’ adlı zırhlıya tam isabet ederek bu gemiyi
batırır. Yüce Atatürk o zaman kurmay yarbay iken 19. Tümenin Bigalı köyündeki karargâhında
bu başarısı için Seyit’i onbaşılık rütbesiyle ödüllendirir.
Boğazdan
geçmeye muvaffak olamayan düşman, 25 Nisan -6 Ağustos 1915 tarihleri
arasında 100 bine yakın kara birliklerini ‘Settülbahir’ ve ‘Kaba
Tepe’ kıyılarına çıkarmaya başlar. Amaç bellidir. Boğazı batıdan çembere alıp
kuşatarak geçişe açmayı sağlamak. Ayrıca, yanıltma harekâtı olarak da Anadolu Yakasındaki
Kumkale’ye de çıkarmayı deneyecektir. Artık kara savaşı başlamıştır. Havada
barut ve kan kokusu, cephelerde korkunç bir savaş cereyan etmektedir. İşte bu
ortamda Bigalı köyündeki karargâhında iken Alman General Liman Von Sanders’ten
cephedeki kuvvetlerin kendi komutasına verilmesini isteyen Kurmay Yarbay
Mustafa Kemal’e verilen yanıt “Bu rütbedeki bir komutana büyük bir cephenin
komutanlığı fazla gelmez mi”dir. Alman komutana Mustafa Kemal’in yanıtı ise “Az
bile gelir”olur. İşte bu savaşın kaderi burada değişmiştir.
O günden sonra Çanakkale Savaşlarının tüm sorumluluğu Mustafa
Kemal’in omuzlarındadır. Mustafa Kemal ‘Arı burun’a çıkarma ve taarruz başlar
başlamaz, kendi insiyatifi ve iradesiyle emir beklemeden oraya yetişerek karşı
taarruza geçer. Düşmanı ‘Kocaçimen Tepe’de durdurarak yarımadanın tahliyesine
kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı tüm taarruzları ve şiddetli hücumları
erimeye mahkûm eder, Türk’ün yiğit Mehmetçiğiyle Çanakkale’de sanki etten ve
kemikten bir duvar örülmüştür.

Bu savaşta tüm
savaşlardan başka bir savaş malzemesi görülmüştür. Bu da inançtır. Topa,
tüfeğe, çeliğe, üstün kuvvete karşı
dimdik duran ve kafa tutan bir cesaret sergilenmiştir Çanakkale’de. Mustafa
Kemal’in; “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek
zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir” dediği bu
savaşta herkes öldürmek ve ölmek için düşmana saldırmıştır. Yine Mustafa Kemal
bu savaşı; “Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya
ölmek arzusuyla harekete geçtiği bir taarruzdur” diye ifade etmiştir. 57. Alay
Mustafa Kemal’in emrini aynen yerine getirmiş, hiçbiri kurtulmacasına
savaşmıştır. Bu yüzdendir ki, düşman çıkarma birlikleri yapışık kaldıkları
Arıburnu’nun yalçın kayalıklarından bir adım bile geçememişlerdir.
‘Koca Çimen’ Zaferiyle Mustafa Kemal Albaylığa
yükselir. 6–7 Ağustos’ta Türk askerini
Anafartalar bölgesinden çevirmek isteyen düşmana 10 Ağustos günü yapılan karşı taarruzla
azim ve cesaretini kıran ders verilmiş, o gün Mustafa Kemal’in göğsündeki saate
isabet eden bir şarapnel parçası kendisini korumuştur. 17 Ağustos’ta ‘Kireçtepe
Zaferi’, 21 Ağustos’ta 2. Anafartalar Zaferini kazanan Albay Mustafa Kemal
düşmanın tüm emellerini yok ederek Çanakkale muharebelerinin kaderini
belirlemiştir. Bu harekâtı hazırlayıp sonunda sükûtu hayale uğrayan Winston
Churchill hatıralarında Mustafa Kemal’in emsalsiz bir komutan, Türklüğün
kaderine hâkim bir deha olduğunun daha o zamanlarda anlaşıldığına işaret
ederek, “Bir miralayın karşımıza çıkışı bütün tarihimizi değiştirdi” demiştir.
Yeni
takviyeler ve karşılıklı saldırılarla bu savaş tam 8 ay 14 gün
Sürdü. Denizden ve karadan boğazı geçmeye muvaffak olamayan
düşman 26 Aralık 1915’de ‘Anzak’ Koyundan, 8 Ocak 1916’da da İngiliz, Fransız donanması ve
birlikleri Ertuğrul Koyundan tamamen çekilmişlerdir. Karşılıklı takriben yarım
milyon insanın kaybına neden olan bu kanlı savaş Gelibolu Yarımadasının
Settülbahir-Alçıtepe-Kerevizdere üçgeninde ve yine yarımadanın Kuzey Ege
sahillerinde Kabatepe-Conk Bayırı- Anafartalar şeridinde cereyan etmiştir.
Yenilginin hıncını alırcasına, düşman donanması bölgeden çekilirken Ege ve
Akdeniz kıyılarımızdaki şehir ve kasabaları bombalayarak masum insanlarımızın
ölüm ve yararlanmalarına neden olmuştur. 1916 yılında bombalanan Marmaris
kalesinin ‘Kemeraltı’ mevkiine korunmak için sığınan yaşlı kadın, erkek ve
çocuklar şehit olmuş, yaralanmışlardır. İsimlerini bildiğimiz hemşerilerimiz
şunlardır. Hüseyin Güven (lakabı Topal Hüseyin), Hacı Selim, Hacı Selim Kızı Makbule, Hacı
Selim’in Hamdi’nin karısı Vesile, Şevki, Hacı Selim’in damadı, Gülsüm Karaduman
vb... Marmaris’in savunulmasında kalede şehit olan Yüzbaşı Leyneli Cavit ve
Topçu subayı Ömer Efendiyi ve diğer şehitlerimizi bir kere daha buradan minnet
ve saygı ile anıyoruz.
Çanakkale
Savaşlarından önce 9 cephede savaşarak topraklarının çoğunu kaybedip “Hasta Adam”
olarak tanımlanan Osmanlı Devleti, Yüce Atatürk’ün önderliğinde, Çanakkale’de
elde ettiği onur, güven ve moralle Kurtuluş Savaşını da kazanmış, bu günün bağımsız,
çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu günlere kolay gelinmedi. Üzerine
ölü toprağı ekilen Osmanlı Devletinden yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti yaratan
Yüce Atatürk ve silah arkadaşları Mehmetçiklerdir. O’nun çok değer verdiği
Kahraman Türk Ordusuna olan minnet ve takdir duygularımızdan en ufak bir ödün
vermeden Yüce Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya sarılalım, birlik ve
bütünlük içinde daha güçlü bir Türkiye’yi yaratma gayreti içinde olalım.
18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi
97.Yıl Anma Gününde Yüce Atatürk ve silah arkadaşlarıyla tüm şehit ve
gazilerimizi minnet ve şükranla anarak rahmet diliyor, manevi huzurlarında
saygı ile eğiliyoruz. Yazımı, Boğazın
Batı Yakasının bağrına yazılı duran ve şair Necmettin Halil Onan’a ait ‘Dur
Yolcu’ adlı şiirin iki kıtasını okuyarak bitiriyorum.
“Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin
battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu
sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz
yolun sonunda, gördüğün bu tümsek Anadolu’da istiklal uğruna, namus yoluna can
veren Mehmet’in yattığı yerdir”.
Saygılarımla... 17.03.2012